Muharrem Saka: NECDET BEYLER GELİYORMUŞ!
Uzun geçen kış mevsimi yerini sonunda bahara bırakır, çiçeğe bezenir meyve ağaçları…
Zeytinlik Mahallesi’ni telaşlı kuş sesleri kaplar. Güzelleşir doğa, yeniden dirilir. Arılar çıkar ortaya, kelebekler uçuşmaya başlar… Ortalık mis gibi çiçek kokar.
Günler durmaz ki! Akar gider… Okullar yaz tatiline girerken bahar da yerini yaza bırakır. Aceleci çocuklar deniz sezonunu açıverirler sabırsızca. Doyumsuz yaz günleri başlar!
Derken beklenen haber yayılır Zeytinlik Mahallesi’ne: “Necdet Beyler geliyormuş!“
Necdet Bey, yani Necdet Dengizer. Bizim de komşumuz. Çeşit çeşit meyve ağaçlarıyla dolu, yemyeşil geniş bahçe içinde iki katli ahşap evleri var. Bu geleneksel ahşap ev babasından kalma. Evin yanından dere akıyor. Derenin üzerine küçük beton bir köprü yapılmış. Bu köprüden üstteki ana yola kadar ince beton bir yol var.
Yazları genelde Eşi Behiye Hanım, Kızkardeşi Vasfiye Hanım ve Küçük Oğlu Mehmet Bey beraber kalıyorlar bu evde. Kızı Rana ve İngiltere’de yaşayan Büyük Oğlu Rami pek gelemiyor. Bazen kısa süreliğine kışın da geliyor Necdet Bey, yalnızca kendisi. Kar görmek, karda yürüme için…
Necdet Bey beyaz tenli. Dalgalı beyaz saçları var. Gözlük kullanıyor. Yüzünde hep bir gülümseme ve ağzından eksik etmediği piposu var. Kolları dirseklerine kadar kıvrılmış açık renk gömlek ve askılı pantolon giyiyor çoğunlukla. İstanbul’da yetişmiş, İstanbul kültürü almış ve mesleğinde önemli yerlere geldiği için çevresinde saygınlık görüyor…
1902‘de İstanbul–Hasköy’de doğar Necdet Dengizer. Babası Hüseyin Efendi İstanbul Maliyesi‘nde memurdur. İlkokulu ve rüştiyeyi İstanbul’da okur. Liseye başladığı yıl 1.Dünya Savaşı yüzünden okullar kapanınca, amcasının lokantasında aşçılık yapmaya başlar. Kurtuluş Savaşı‘ndan sonra askerliğini tümen komutanının aşçıbaşısı olarak yapar. Askerden sonra, Sirkeci’nin ünlü Hilal Lokantası‘nda aşçıbaşılık yaparken, Batı mutfağını öğrenmek için Pera Palas’ta da geceleri parasız çalışır. Kendini daha da geliştirmek, Fransız mutfağını öğrenmek için bir süre Fransa’ya gider. Orada İstanbul’dan tanıdığı Rum arkadaşı yardımcı olur. Birkaç yıl sonra da Pera Palas’ın baş aşçısı olur. Daha sonra Devlet Deniz Yolları’nın gemilerinde aşçıbaşılık yapmaya başlar.
Bu arada Almanya’dan yeni satın alınarak İstanbul’a getirilecek geminin aşçıbaşılığına atanır. Bunun için Almanya’ya gider. Ancak, bu sırada 2. Dünya Savaşı başlayınca ülkeye dönemez ve iki yıl ailesinden ayrı Almanya’da kalır.
Almanya dönüşünde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün baş aşçısı olarak köşkte 4 yıl çalışır. İnönü’nün büyük sevgisini ve beğenisini kazanır. Ama büyük sorumluluk gerektiren bu işten yorulunca 1945‘te kendi isteğiyle ayrılır. Yeniden İstanbul’a geçer ve Beyazıt’ta bir süre lokanta işletir. Sonra yeniden Denizyolları‘na girer. 1953’e kadar İstanbul ve Ankara gemilerinde baş aşçı olarak çalışırken bütün gemilerin yemek programlarını ve hesaplamalarını da düzenler.
Amerika Birleşik Devletleri‘nden satın alınan üç geminin yurda getirilmesi için giden ekibin içinde de aşçıbaşı olarak yer alır. Gemilerin tesliminde bazı gecikmeler yaşanınca dokuz ay çaresiz Amerika’da kalır.
Kendi buluşu Abana Pilavı (zencefilli ve tavuklu) oldukça ünlüdür. Hatta bir gün Dönemin Başbakanı Adnan Menderes gemi ile yolculuk ederken Abana Pilav’ından yer ve çok beğenir. Ancak adının Abana Pilavıolduğunu öğrenince Menderes sinirlenir ve “Neden hep Abana benim karşıma çıkıyor!” diye tepki gösterir. Menderes`in bu tepkisi üzerine Abana Pilavı hangi gemide yapılırsa o geminin adının verilmesi yoluna gidilir. (O sıralarda Abana’nın ilçeliğinin kaldırılması olayları gündemdedir. Seçimlerde Demokrat Parti‘ye Abana`dan oy çıkmayınca, 90 köyü olan Abana cezalandırılır. İlçeliği kaldırılıp köy yapılır. Bu haksız durum gerek Abanalılarca gerekse zamanın gazeteleri ve muhalefet partilerince sık sık eleştirilir).
Atatürk’e de Denizyolları gemileri ile yolculuklarında ve Savarona Yatı‘nda zaman zaman yemek yapar, övgüsünü kazanır. Hatta Atatürk kendisine hizmet etmesini ister, ancak heyecanlı bir kişiliği olan Necdet Dengizer, büyük sorumluluk gerektiren bu görevi istemez.
Devlet adamlarına hizmet ettiğinden birçok önemli tarihsel olaylara da tanık olur. İran Şahı‘nın Atatürk’ü ziyareti sırasında verilen yemekte üzerinde yazı olan bir pasta yapar, bu becerisinden dolayı da İran Şahıtarafından bir kese altınla ödüllendirilir.
İnönü’nün İngiltere Başbakanı Churchill ile 2. Dünya Savaşı‘na girme konusu üzerine Adana’da trende görüşmesi sırasında da yaptığı yemeklerle Churchill’in de övgüsünü kazanır. Hatta Churchill; “Türkiye’de 2 müthiş adama rastladım, biri Atatürk’ün Şoförü, döteki de İnönü’nün Aşçısı” diye özellikle belirtir.
1967’de emekli olurken bir yemek kitabı da çıkartır. Emeklilik sonrası yaz aylarını Abana da geçirir. Biz de komşumuz olması nedeniyle çocuk gözümüzle Necdet Bey‘i tanıma şansı yakalar, anılar biriktiririz farkında olmadan…
Zeytinlik Mahallesi‘nde “Necdet Beyler geliyormuş“ haberini duyduğumuzda, ahşap evde hareketlenmenin başladığını görüyoruz. Akrabaları temizlikçi tutup evi temizletmeye başlıyorlar. Bazı onarım işleri için de gelen giden oluyor. Çocuk gözlerimizle tüm yenilikleri gözlemliyoruz.
Ve bir sabah duyduğumuz coşkulu, sevinçli seslerden anlıyoruz ki; Necdet Beyler gelmişler. Kaçırmıyoruz, biz de paylaşıyoruz bu coşkuyu. Bir yıldır bugünü bekleyen ıssız ev canlanmış, kapıları ardına kadar açılmış. Evin önüne, yemyeşil ağaçların altına şezlonglar atılmış. Akrabalar, komşular sevinç içinde sarılıyorlar onlara. Biz çocuklar da biraz sıkılgan katılıyoruz sevince.
Ev genelde hareketli. Akrabalar, onların çocukları gelip gidiyor. Sanki bir seferberlik var. Necdet Bey‘in hanımının ve kız kardeşinin kibar İstanbul şivesi, kendilerinden emin, rahat, biraz yüksek tonda konuşmaları hemen dikkatimi çekiyor. Behiye Hanım sevimli, çok güleryüzlü bir insan.
Bu hareketli ortamda Necdet Bey‘in daha sakin, yapılacak işlere odaklanmış sorumlu davranışları görülüyor.
Sonraki günlerde annem bize tembihliyor; onlara rahatsızlık vermemek adına alıştığımız şekilde onların bahçesinden geçen yolu değil, öteki yolu kullanmamızı istiyor. Ama biz genelde dinlemeyip yine oradan geçiyoruz. Oradaki enerji bizi çekiyor. Onları selamlayıp geçiyoruz. Bazen Necdet Bey alınması gereken bir iki eksik için çarsıya gitmemizi istiyor. Uçar gibi gidip geliyoruz. O da bizi çeşitli ikramlarla sevindiriyor…
Bir keresinde Necdet Bey‘in torunu Rengin, Hüseyin ve küçük kardeşleri Aylin de yaşadıkları İngiltere’den gelip ahşap eve konuk oluyorlar. Rengin Abla‘nın mahalledeki yaşıtları genç kızlar hemen arkadaşlık kuruyorlar. Günün modasına göre giyinip şen şakrak gülüşüp, şakalaşıyorlar. Arada fotoğraf çekiliyorlar. Küçük Aylin`i de herkes seviyor. Ama Aylin pek Türkçe anlamıyor. O yüzden severlerken hep Rengin Abla‘dan öğrendikleri bir iki İngilizce sözcüğü söylüyorlar; “Aylin nice… “Aylin nice (nays=şirin)…
Kızlar yine bir akşam bahçede biraraya gelip neşeyle şakalaşıyorlar. Ilık Zeytinlik akşamında ateş böceklerini kovalayıp, çabuk davranışlarla oradan oraya koştururlarken, kızlardan biri duraklayıp bir karartıya odaklanıyor ve “Aaaa bıldırcın!” diyor. Koşup onu yakalıyor. Birkaç saniye sonra da çığlık atarak hızla elinden atıyor, “Ayyy, kurbağaymış!” diyor şaşkın. Hepsi gülmekten kırılıyor kızların. Bu gülüşmelere, olayı sonradan öğrenen büyüklerin gülmeleri de ekleniyor…
Necdet Beyler‘in fındık bahçeleri de var. Ağustos ayının ortalarında fındıklar gündelikçilere toplatılıyor, evin önünde bir yaygıya dökülüyor. Sırada onların yeşil kabuklarından ayrılması işi var. Bu işlem zaten tüm Abana`da komşuların karşılıklı elbirliğiyle yapılıyor. Necdet Bey de öyle yapıyor. Biz çocuklara da “Aman çocuklar elbirliği ile bunları ayıklayalım!“ diyor. Biz de zevkle büyüklere yardım ediyoruz. Birkaç gün sürüyor bu iş. Necdet Bey yardım edenlere fazlasıyla karşılığını veriyor, ikramlarda bulunuyor. Çaylar, kekler, muhallebiler, hatta biz çocukların çok sevineceğini bildiği için dondurma yapıyor. Kendimizi rüyada sanıyoruz…
Behiye Hanım‘ın Yeğeni Mehmet Çelikbaş ile Zekiye Şenol’un düğünleri oluyor. Düğünleri bizim evin alt bahçesinde incir ağaçları altında yapılıyor. Bir kadın tef çalıp türkü söylüyor. Öteki kadınlar da eşlik ediyor. “Yeni yeşerdi fındık dalları“ ile kimileri oyuna kalkıyor. Necdet Bey, ilk defa orada gördüğümüz, kendi yaptığı birkaç katlı düğün pastasını dilim dilim keserek konuklara sunuyor. Biz çocuklar da sıraya girip payımızı alıyoruz. Pastanın kokusu, tadı bu dünyaya ait değilmiş gibi hoş geliyor bize. Öteki çocuklar ikinci kez sıraya girip alıyorlar. Benim utangaçlığım tutup geç davranıyorum ve pasta gözlerimin önünde bitiyor. Sonrası derin bir kendime kızgınlık! (Mehmet Çelikbaş “Onlar Da Yaşadılar” kitabında bu pastanın yapılışını anlatıyor. Düğün 1967 yazında yapılıyor. Pastanın kalıplarını İstanbul’dan getirmiş Necdet Bey. Ancak o yıllarda Abana’da mikser olmaması morallerini bozmuş. Yüzü aşkın yumurtayı elle çırpmanın çok zor olduğu fark edilmiş. Muhittin Şen’in pratik buluşuyla işi çözmüşler. Bir lokantadan alınan çırpma telinin sapını çıkarmış Muhittin Ağabey. Tam ortasına bir mil kaynak ettirmiş. Bu mili de matkaba takıp mikser gibi kullanmışlar).
Necdet Bey‘in Amerika Birleşik Devletleri’ne gidişi, o zamanın koşullarında denizaşırı büyük bir yolculuktur. O günlerde Amerika`da moda olan plak kayıt stüdyosuna giderek (günümüzün sesli mesajı gibi) bir plak doldurur, İstanbul’daki ailesine postalar. Sonrasında bir şekilde Abana’ya gelen bu plağı dinlemek bana da kısmet olur. Necdet Bey plakta heyecanlı sesiyle, “Uzun bir yolculuktan sonra sağ salim Amerika`ya geldik. Çok heyecanlıyım. Hepinize selamlarımı gönderiyorum“ diyor…
Yazlar bitiyor…Yaşamlar sonlanıyor… Necdet Bey 1983 yılında dünyaya gözlerini yumuyor… Sessizliğe gömülüyor ahşap ev… Kapanıyor kapıları…
Zeytinlik Mahallesi de değişiyor, her yerde olanlar orada da oluyor. Plansız, özensiz bir betonlaşma yaşanıyor. Çocukların oyun alanı yok oluyor.
Sonraki yıllarda ev satılıyor. Yeni sahiplerince evin restore edilmesi bizi mutlu etse de, artık “Necdet Beyler geliyormuş” haberi duyulmuyor!..
Muharrem Saka (Nisan 2020)