Muharrem SAKA NURİ AKINTÜRK

Çocukluğumuzun efsane insanıdır Nuri Akıntürk.
Özellikle biz çocuklar onu çok sever, ilgiyle izleriz. O da çocukları sever. “Kuşçu Nuri Ağabey” diyoruz biz ona ama halk arasında “Kel Nuri” lakabıyla anılıyor. Herkese bir lakap bulunuyor ya, ona da genç yaşlarda saçlarının tamamen dökülmesinden dolayı bu ad verilmiş!
Farklı, doğal, yaman biridir Nuri Ağabey. Doğa insanıdır. Güçlü kuvvetlidir. Çalışkandır,
ekmeğini taştan çıkarır. Hareketlidir, kendine göre uğraşları, merakları vardır…
1948 İstanbul doğumludur. Ancak, kardeşleri Ayhan ve Serpil ile Abana`daki anneannelerinin yanında büyür. Gençlik yaşlarına geldiğinde yine Abana`dan ayrılıp yaşam savaşına atılır.
İstanbul-Adana arası Gazanfer Bilge otobüs firmasında muavinlik yapar bir süre. İstanbul’da birkaç yıl Kadıköy-Pendik hattında minibüs şoförlüğü yapar. Edindiği tecrübeler sonrası Abana-Bozkurt-İstanbul arası otobüs şoförlüğü de yapar. Bunu yıllık izinlerinde, hafta sonları yapar genelde.
Nuri Ağabey, 1974 yılında Abana Sağlık Merkezi’nde şoför olarak memuriyete başlar. Ancak, Sağlık Merkezi’nin henüz bir arabası olmadığı için geçici olarak İlçe Tarım Müdürlüğü’ne verilir.
Veteriner Sağlık Memuru Fehmi Nalbant ile çevre köylere hayvanların aşılanması, tedavisi gibi işler için gider gelirler. Birkaç yıl sonra Sağlık Merkezi’nin bir cip`i olunca asıl görevine geri döner. Sonraki yıllarda yeni ambulansın şoförlüğünü yapar.
1975 yılında evlenir. Eşi Çayırcık Mahallesi’nde oturduğu için oraya yerleşirler. Üç çocukları olur: Hicran, Emre ve Erdem.
Hareketli Nuri Ağabey, bir gün İstanbul’daki arkadaşlarından görüp, saka kuşu kapanı getirir Abana`ya. Bu ilginç kapanı şimdiki yüzme havuzunun önündeki kumsala kurar. Biz çocuklar için bir tiyatro başlar. Düzenek, kuşlar, yaşadığımız heyecan rüyalarımıza bile girer olur.
Sabah ayazını yemekten ellerimiz çatlar. Nuri Ağabey bize kızmaz, ilgimiz onun hoşuna bile gider. Hatta bizlere birer saka armağan eder. Hepimiz evde kuş beslemeye başlarız. Onun davranışlarını dikkatle gözlemliyoruz. Kuşları iyi tanıyor, onları seviyor ve incitmiyor. Erkeğini dişisini biliyor. Ötüşünden cinslerini tanıyor. Kimi geceler bülbül sesi kaydediyor kasete. Ve bu sesi evinde beslediği kanaryaya dinletiyor. O da etkilenip bülbül gibi ötsün istiyor. Bir yerlerden duymuş, “olabiliyormuş” diyor.
Büyük ağ kapanı sakaların ve diğer ötücü kuşların sevdiği kumsaldaki dikenlerin (“saka dikeni” diyor Nuri Ağabey) hemen yanına kuruyor. Hatta ağ-kapan dikenlerin üstüne kapanıyor. Bu dikenlerin yanına ya da arasına iki kuş koyuyor. Kuşlar canları acımayacak ve kanatlarını çırpabilecek şekilde kanatlarının altından, sırtlarından iki çubuğa bağlı. Yine dikenlerin yakınına içinde saka kuşu olan iki kafes koyuyor. Doğal bir ortam süsü veriyor böylece.
Ağ-kapana bağlı kalın, sağlam bir ip var. Bu ip kuvvetlice çekildiği zaman, ağ soldan sağa doğru havalanıp 180 derece bir daire yaparak çok hızlı kapanıyor ve beş altı metrekare bir alanı örtüyor. Gerçekten çok ilginç bir düzenek bu ağ-kapan! Çok özenle, teknik açıdan üzerinde düşünülerek yapılmış.
Bir ip daha var. O da iki kuşun bağlı olduğu çubuklara bağlı. Bu ipi hafifçe çekince sopalar ve beraberinde kuşlar havalanıyor. İşte bu iki ip Nuri Ağabey’in elinde ve kapandan 30-40 metre uzağa, yere yatmış, sessiz durumda. Tabi biz çocuklar da onun yanında, ardında aynı şekildeyiz. Sakalar, ispinozlar, filoryalar, isketeler guruplar halinde sahil boyu yemlenerek geçiyor. Nefesler tutulmuş bekliyoruz. Uzaktan bir saka alayını gören Nuri Ağabey, “aman dikkat” diyor. Hemen kuşları havalandıran ipi çekiyor. Kuşlar havalanıyor, ürküp ötüyor. Nuri Ağabey, ağzıyla da saka taklidi yapıyor telaşlı. Saka alayının dikkati çekiliyor ve kuşlar bir anda dikenlere konuyor. Bu kez kalın ipe asılıyor hızla Nuri Ağabey. Ağ kapan havalanıyor ve dikenlerin, kuşların üzerine kapanıyor. Bir koşmaca başlıyor ağa doğru hepimizde. Ağın altında kalan kuşlar incitmeden alınıp bir kafese konuluyor. Sonrasında pazar yerinde bir dükkandaki daha büyük kafese alınıyor.
Ekim-kasım aylarında yapılan bu avlarda en çok saka kuşu tutuluyor. Florya, ispinoz, iskete ikinci sırada geliyor. Ötücü olan bu kuşları meraklıları kafeste beslemek üzere satın alıyor.
Nuri Ağabey kuşları İnebolu’da ve İstanbul’da pazarlıyor çoğunlukla.
Yıllar içinde doğal ortamları azaldığı için olsa gerek kuşlar azalıyor. Bu arada insanların ilgi alanları da değişiyor ve kafeste kuş besleyenler oldukça azalıyor. Nuri Ağabey de avlamayı sonlandırıyor.
Ama bir gün onu bu kez kolunda bir atmaca ile gezerken görüyoruz. Yine başta biz çocuklar olmak üzere herkeste bir merak konusu oluşuyor. Başlıyoruz yine onu, olanı biteni gözlemlemeye, anlamaya. Ayancık’taki arkadaşlarından etkilenip aldığı bu yavru atmacayı eğitiyor Nuri Ağabey. Atmacanın pençelerinden yaralanmamak için bir eline dirseğine kadar deri eldiven takıyor. Atmacanın ürkmemesi için öncelikle bir süre gözlerini kapatıyor. Ayağından uzun bir deri iple koluna bağlıyor. Bir de kaybolduğu zaman kolay bulabilmesi için küçük bir çan takıyor ayağına.
Atmacayı 8-10 metre uzakta bir ağacın dalına koyuyor. Sonra onu elinde tuttuğu ete gelmesi için çağırıyor. Bunu günlerce tekrarlıyor. Atmacanın kendisine alıştığına emin olduktan sonra eğitimi tamamladığını düşünüyor. Ve atmacayı bıldırcın avlamak için kullanmaya başlıyor. Eylül-ekim aylarında bıldırcın sezonu başlayınca bir elinde sırık, bir kolunda atmaca sahilde, tarlalarda dolaşmaya çıkıyor. Sırıkla yerlere, çalılıklara vurarak bıldırcınların ürküp havalanmasını sağlıyor. Havalanan bıldırcını fark eden atmaca da peşi sıra fırlayıp onu yakalıyor ve bekliyor. Nuri Ağabey de gidip sakince alıyor pençesinden. Epey bıldırcın yakalatıyor bu yöntemle.
Bazen atmacanın havalanıp geri gelmekte zorlandığı da oluyor. Nuri Ağabey verdiği emeklerin boşa gitmemesi için epey çaba harcıyor. Ama bazen gerçekten hiç geri dönmediği de oluyor. O zaman çaresiz sezonu bitiriyor.
Bıldırcın sezonu sonunda zaten atmacayı kendisi doğaya salıyor Nuri Ağabey. “Ben ona et yedirmekten usanıyorum, seneye yeni bir yavru ile başlamayı yeğliyorum” diyor.
Yöremizde yaygın olan gece lüks feneri ile bıldırcın avına da çıkıyor Nuri Ağabey. En çok bıldırcın avlayanların başında geliyor. Çok avladığı zamanlarda İstanbul`da satışa sunuyor.
Bahar aylarında salyangozculuk da yapıyor. İlçede ve köylerde toplanan salyangozları satın alıyor. Sandıklara koyup ihraç edilmek üzere İstanbul’da bir firmaya satıyor.
Doğadaki her şeyi değerlendiriyor aslında! Ormanlardan çiçek toplatıyor bir süre. Onları Ankara`da Çiçek Hali`nde çelenklerde kullanmak üzere pazarlıyor.
Kışları yaban domuzu avına çıkıyor. Avladığı domuzları, bazı avcı arkadaşlarınınki ile beraber İstanbul ve Ankara`da pazarlıyor. Domuzun kıllarını da ayrı pazarlıyor. Domuzun yanında çakal da avlıyor. Onun kürkünü satıyor. (Bir keresinde Turan Abana’nın ahşap birahanesinde ızgara yaptığı domuz etlerini dana eti diye arkadaşlarına yediriyor ve beğeni alıyor. Sonrasında bu durum duyulunca Abana`da eğlence konusu oluyor.)
Nuri Ağabey’in ciddi duruşunun altında ne kadar şakacı olduğu tahmin edilemiyor gerçekten. Bir sürü şakanın, komik olayların altından o çıkıyor Abana`da. Adana-İstanbul arası muavinlik yaptığı gençlik günlerinde, Niğde-Aksaray dolaylarında bir çobanın sapanla taş atması sonucu otobüsün camı kırılır. Şoförle beraber durumu değerlendirip bir koyuna el koyarlar ve o koyunu otobüse alıp İstanbul`da satarlar.
Onun şoförlüğünde ben de birkaç kez yolculuk yaptım İstanbul-Abana arası. Bir keresinde, gece Bolu Dağı’na tırmanırken önümüzde oldukça ağır seyreden bir kamyonun ardı sıra bizim otobüs de çaresiz aynı yavaşlıkta ilerliyor. Yol tek şerit olduğu için sollama da yapamayan Nuri ağabey, bu durumdan bir süre sonra sıkılıp pratik(!) bir çözüm buluyor: Otobüsün farlarını söndürüp çabucak sağdaki emniyet şeridine geçerek kamyonu sağdan solluyor ve farları tekrar açıyor. Kamyon şoförünün bir anda önünde beliriveren otobüse şaşkınlığı bizi güldürüyor.
Bir keresinde otobüsün son durağı Abana`ya gelindiğinde, daha önce inen yolculardan birinin beş altı tane yumurtayı bir poşet içinde otobüste unuttuğu görülüyor. Muavin, yazıhaneci ve Nuri Ağabey bakıp duruyorlar poşete. Otobüs tekrar geri İstanbul’a hareket edecek. Atalım gitsin diyorlar. Nuri ağabey, “Yazık ya, nimettir, atılmaz” deyip hemen oracıkta yumurtaları kırıp kırıp içiyor.
1980`li yılların başlarında Türkiye`nin ilk alışveriş merkezi UFİ açılıyor İstanbul’da. Şevket Yazkan, Mustafa Ömür ve Nuri Akıntürk İstanbul’da denk gelip, buluşuyorlar ve yürüyen merdivenlerin de olduğu bu modern alışveriş merkezini görmeye gidiyorlar. Yürüyen merdivenlere binmek için tam yöneldikleri sırada Nuri Akıntürk cebinden bozuk para çıkarıp merdivenin başında duran çöp kutusuna atıyor. Mustafa Ömür duraklıyor, düşünceli! “Bu ne şimdi, niye parayı oraya attın?” Nuri Akıntürk; “Başka türlü binilmiyor merdivenlere” diyor. Şevket Yazkan`a bakıyor, o renk vermeyince, “Ulan sizin ipinizle kuyuya inilmez ama… Ne yapayım şimdi?” diye söylenip, o da bozuk parayı atıyor çöp kutusuna. Mustafa Ömür hem minibüs şoförlüğü hem de kalaycılık yapıyor. Kalay ısmarlamış İstanbul’a. Onlar da yolcu otobüsü ile Abana`ya göndermişler. Otobüs yazıhanesinde bu koliyi gören Nuri Ağabey hemen açıyor, kalayları çıkarıp yerine inşaat demirleri dolduruyor ve yeniden kapatıyor. Mustafa Ömür`e paketinin geldiği bildirilince hemen yazıhaneye gelip koliyi sırtladığı gibi dükkanına götürüyor. Ama on dakika sonra yazıhaneye geri geliyor kızgın; “Bunu ondan başkası yapmamıştır! Nerde bu Nuri? Bilen bana onun yerini söylesin!”
Yine bir gün İnebolu’dan bir çift ayakkabı satın almış Mustafa Ömür. Abana`da market işleten Arkadaşı Şevket Yazkan`a gösteriyor mutlu. Sonra ayakkabıları kutusuna koyup “Bu dursun burada, şunlar da benim. Biraz işim var, akşama alırım” deyip marketten ayrılıyor. Peşinden markete gelen Nuri Akıntürk’e ayakkabı kutusunu gösteriyor Şevket Yazkan. Nuri Akıntürk yine bir oyun düşünüyor hemen! Epey arıyor ve sonunda inşaatın birinde eski bir çift ayakkabı buluyor ve onları koyuyor kutuya. Mustafa Ömür minibüsü ile geliyor marketin önüne. Ayakkabı kutusu ve diğer bıraktığı eşyaları alıp gidiyor. Gece tekrar markette görülüyor Mustafa Ömür, sinirli! Ulan Şevket, doğru söyle, bunu sen mi yaptın yoksa Nuri mi? Nuri olduğunu öğrenince bir hışımla çarşıda onu aramaya çıkıyor.
1996 yılında kendi isteğiyle Şanlı Urfa’nın Bozova İlçesi’ne ataması yapılıyor. Bir yıl burada görev yaptıktan sonra emekli olup, Abana`ya dönüyor Nuri Ağabey. Öncelikle “taşımacılık” işine başlıyor satın aldığı bir kamyonetle. Yirmi yıl sürdürdüğü bu işte, ülkenin her yerine her çeşit mal, eşya taşıyor.
Çayırcık Mahalle Muhtarlığı yapıyor iki dönem.
Bu arada av işlerini bırakıyor.
Deneme amaçlı karpuz yetiştiriyor. Başarılı olunca 2-3 dönüm arazi üzerinde karpuz yetiştirmeye başlıyor. Her yıl 3-4 ton karpuzu rahatça pazarlıyor Abana`da… Boş durmayı sevmediği için koyun yetiştiriciliği de yapıyor. 18 koyunu var. Geçen kış (2020) sert kıble rüzgârının estiği bir gece, sebebi henüz öğrenilemeyen nedenle evinin yanındaki ahır yanmaya başlıyor. Durumdan habersiz pijamalarıyla yatmaya hazırlanan Nuri Ağabey, köy muhtarının kendisine telefonla haber vermesiyle yangını öğreniyor. Hemen dışarı fırlıyor ve korkusuzca alevler içindeki ahıra dalıp koyunları kurtarıyor. Tabi ki ahır yanıp kül oluyor.
Gecenin sabahında Nuri Ağabey’in kaşlarının yanmış olduğu gibi, koyunların sırtlarındaki tüylerinin de yanmış olduğu görülüyor. Ulusal medyada da haber oluyor bu durum. Nuri Ağabey günlerini artık böyle geçiriyor. Kuş avcılığı günleri sanki başka dünyalara aitmişçesine yabancı ve uzaklarda kalıyor. Daha doğru olduğunu düşünüyor böylesinin! O artık kuşların özgürce doğada ötüşlerini dinliyor. Baharları, gece yarısı sessizliği dağıtan bülbülün ötüşünü bazen saatlerce dinliyor. Bahçesinde çalışırken ya da yolda yürürken öten kuşları arıyor gözleri, “Bu saka” diyor, “Bu filorya”… Ah diyor, “Ben seni bilmez miyim, İskete`sin sen! Sen de ispinoz. Bu Serçe, şu kızılgerdan!…” Atmacanın gök yüzünde av için süzülüşüne, meydan okur gibi ötüşüne gülerek bakıyor. Seviyor onları, gözleriyle, kalbiyle …
Muharrem Saka
(Eylül 2021)
Çocukluğumuzun renkli siması Nuri ağabey. Hala ne zaman bir florya kuşu görsem onu hatırlarım. Artık hafızamız nasıl kazindiysa.